Monday, December 13, 2010
Müziğin kaldırma gücü
Müziğin kaldırma gücü olmasaydı, hayat hepimizi yere yapıştırırdı. Öyle ağır gelirdi ki bazı duygular, melodilerle bas bas dışarı bağırılmasalar...
Şükür ki, şarkılar bize "böyle hissedenin" sadece biz olmadığını hatırlatırlar!
naparlarsa yapsınlar, mutlaka halimizden anlarlar!
Bazılarını duyunca ağlarız. Bazı albümler, bir sürü anahtarı olan anahtarlıklar gibidir. O dönem ki bütün kilitlerimizi açarlar...
Kimsenin en sevdiği şarkı aynı değil. çünkü kimse aynı değil!
bir duyuşta ağlatır, bir duyuşta hoplatır.
insafları yoktur.
ağızdan laf alır.
tam öyle diyecektim dedirtirler!
Hah, buydu işte hissettiğim dedirtirler...
Bizi herkesten, annemizden, babamızdan, arkadaşımızdan iyi tanırlar.
Müzik olmasa, birbirimizi tanımasak da hep bir ağızdan söyleyebildiğimiz bir şeyimiz olmazdı.
Affetmemiz, öpüşmemiz, hatırlamamız ve zıplamamız azalırdı.
iyi kötü bir dansımız olmazdı.
her şeyin gücü azalırdı.
Müziğin "kaldırma" gücü olmasaydı, senin de kaldırma gücün olmazdı!
olurdu deme, OLMAZDI!
Nil Karaibrahimgil - Hürriyet Pazartesi yazısından alıntı. 13.12.2010
Sunday, November 07, 2010
Friday, November 05, 2010
Thursday, October 07, 2010
Tanrı'ya Yakaris
Bu satırları bugün bana Babam verdi... bir kağıda yazılmış şekilde...
oku ve hep oku dedi... astım mantar panoma...
ama sizler de okuyun diye oturup yazdım buraya :)
Sevgiler!
TANRIM, aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir...
Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele.
Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver.
Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginliği, hafızamda yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür.
Uykunun o büyüleyici gücünü duymama yardımcı ol...
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı, güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlamayı bilmeyi, hülyalata dalabilmeyi öğret.
Her gün bana KAĞLUMBAĞA ve TAVŞANIN masalını anlat. Anlat ve hatırlat ki yarışı her zaman HIZLI KOŞANIN BİTİRMEDİĞİNİ, hayatta hızı artırmaktan çok daha önemli şeylerin olduğunu bileyim...
Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla, bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması, yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır.
Ve hepsinden önemlisi Tanrım, bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için "CESARET", değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için "SABIR", ikisi arasındaki farkı bilmem için "AKIL" ve beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak "DOSTLAR" ver...!
Amin! :)
Wednesday, July 14, 2010
out of office moduna girdim...
Ben. Sevgilim. Arkadaşlar.
Deniz. Kum. Güneş. Bodrum Bodrum...
Yanmak. Kızgın kumlardan serin dulara dalmak.
Gülmek. Eğlenmek. Yemek yemek...
Kilo almak. Xuma. Maça Kızı.
ve daha birçokları...
Yarın hatta yarından da yakın...
gittim bile...
5 günlüğüne.
Bu şehirde yokum.
Out of office yani!
aradığınız kişiye değil şuan, tam 5 gün ulaşamayacaksınız...
mutluyum. huzurluyum.
Ciao ciao bambinii!!
Monday, July 12, 2010
karar vermek...
Karar vermek hakkında düşündüm bu hafta. Nedir karar?
Niye bu kadar önemli?
Bir arkadaşımın terapisti, ‘birini sevmek, o kişiye karar vermekle başlar’ demiş.
Oldum olası hızlı karar veren ve kararını hızla rafa kaldırıp, bir daha ziyaret etmeyen insanlara hayranım. İlkokulda, çantasında selpak taşıyan kızlara benzemek isterdim.
Bana karar gibi gelirdi selpak taşımak. Benim hiç olmazdı. Zamanla kendine alışıyorsun tabi. Ama unutmamak gerek kararın önemini. Bizi yola çıkaran da, aşık eden de (terapist haklı bence), bir yere vardıran da karar.
Ha, kötü karar kararsızlıktan iyi mi?
Bence evet. Kötü karar yok ki.
Bu bir macera, sürekli bir yere sapacaksın, çıkmazsa geri dönüceksin.
Herhangi bir aktivite, hiç aktive olmamaktan iyidir. Hayat, hareket etmekle ilgili. Hareket yoksa, karar yoksa hayat yok. Yaşayan ölü olmak, zombi olmak var.
Karar verenlerin hep bir kararı vardır.
Ve sen, kendinle ilgili kararlarda da onların gözlerindeki yol işaretlerine takılırsan, kendi yoluna gidemezsin. Evet tehlikesi bu. Bir noktadan sonra, kararın önemini ve örneğini gördükten sonra, pratiğe başlamalısın. Bu da sürekli şıkları işaretleyerek olur.
Dediğim gibi.. bu ÖSS değil.. 3 yanlış 1 doğruyu götürmüyor. veya karşına çıkan soruların doğru/yanlış cevabı yok. Risk alıyorsunuz. Kendinize göre de doğru cevabı verdiğinize emin olduktan, karar verdikten sonra önünüzde duramaz hiç kimse!
NOT : Nil Karaibrahimgil yazısından alıntıdır.
Thursday, July 01, 2010
beyond design..!
gerçekten öyle! gördüğüm an küçük bir şok geçirdim...
muhteşem gözüküyorlar... hem lezzetli hem de giymek istiyor insan...
Favorilerimden biri! Karnıbahar hiç sevmem normalde... ama buna bayıldım :)
Patlıcanlı babet! :)
Salatadan şemsiye... nerede bu hayalgüçleri anlayamıyorum! :) muhteşem!
Buna bayıldımm... çok şeker gözüküyor!
Favorim en sona! :) YUMMYY!! Proschuttolu yüzükk ;)
muhteşem gözüküyorlar... hem lezzetli hem de giymek istiyor insan...
Favorilerimden biri! Karnıbahar hiç sevmem normalde... ama buna bayıldım :)
Patlıcanlı babet! :)
Salatadan şemsiye... nerede bu hayalgüçleri anlayamıyorum! :) muhteşem!
Buna bayıldımm... çok şeker gözüküyor!
Favorim en sona! :) YUMMYY!! Proschuttolu yüzükk ;)
Wednesday, June 30, 2010
to blog or not to blog?!?
Geçenlerde bol arkadaşlı, güzel yemekli bir ortamdaydık...
Konumuz "blog"lara geldi...
artık hevesiniz kaçtı dimi dedi?
masada oturan kişilerin yarısından fazlasının (!) blogu vardı...
kimisinin hevesi kaçmış
kimisinin hevesi kursağında kalmış
kimisinin yazacak vakti yok
kimisinin konusu yok
kimisi harala gürele yazmaya çalışmakta
herkes yazmalı mı yoksa artık öz-blogcular mı ortaya çıkmalı?
bir şey "moda" olduğu zaman bu kadar dejenere edilmeli mi?
herkes kendine en az 1 tane edinmeli mi?
i couldn't help but wonder - Carrie sözü olsun istedim - bilen bilir.. :)
to blog or not to blog? - asıl mesele bu!
hislerime tercüman olan bu resme de ayrıca teşekkürler!
Konumuz "blog"lara geldi...
artık hevesiniz kaçtı dimi dedi?
masada oturan kişilerin yarısından fazlasının (!) blogu vardı...
kimisinin hevesi kaçmış
kimisinin hevesi kursağında kalmış
kimisinin yazacak vakti yok
kimisinin konusu yok
kimisi harala gürele yazmaya çalışmakta
herkes yazmalı mı yoksa artık öz-blogcular mı ortaya çıkmalı?
bir şey "moda" olduğu zaman bu kadar dejenere edilmeli mi?
herkes kendine en az 1 tane edinmeli mi?
i couldn't help but wonder - Carrie sözü olsun istedim - bilen bilir.. :)
to blog or not to blog? - asıl mesele bu!
hislerime tercüman olan bu resme de ayrıca teşekkürler!
Friday, June 11, 2010
Bugünün reklamı...
Tuesday, June 08, 2010
garip haller...
bir garip haller içerisindeyim ki
sormayın.
gök yarıldı bardaktan boşalır gibi yağıyor umrum değil ve hatta terliyorum.
cam açık uyuyorum.
sıkıntılı rüyalar peşimi bırakmıyorlar...
stresli uyanıyorum.
bugün ne olacak acaba? diyorum...
karakola gidiyorum 3 saat ayakta bekliyoruz, sıramız gelse de başkaları alıyor
randevu almışız zamanında gitmişiz umurlarında değiliz
saat olmuş 11 biz gitmişiz 8 buçuk... sistem böyle... adalet böyle diyorlar.
susuyoruz.
hep.
her zaman ki gibi.
gideceğiniz ülke neresi? dedi memur.
kekeledim...
cevap veremedim.
orada iyi ki varolan sevgilim atladı cevaba... benim yerime konuştu.
tabi ki yalan konuştu.
gideceğim ülkeyi söylesem ne olur ki?
size ne ki?
hatta kime ne ki?
neden utanıyorum?
dışlanacak mıyım diye?
kötü muamele göreceğiz diye mi?
benim kim olduğum nüfus cüzdanımda yazıyorken...
hatta nüfus cüzdanımda en önemlisi T.C. yazıyorken...
ben neden konuşamıyorum...
neden vize almaya gidemiyorum?
vize almaya gitmek istediğim yer neden kapalı?
burası neresi?
rüyada mıyız?
ben böyle muamele göreceğimi hiç mi hiç düşünmezdim bu ülkede...
neler olacak diye...
tek kelime ile
korkuyorum.
sormayın.
gök yarıldı bardaktan boşalır gibi yağıyor umrum değil ve hatta terliyorum.
cam açık uyuyorum.
sıkıntılı rüyalar peşimi bırakmıyorlar...
stresli uyanıyorum.
bugün ne olacak acaba? diyorum...
karakola gidiyorum 3 saat ayakta bekliyoruz, sıramız gelse de başkaları alıyor
randevu almışız zamanında gitmişiz umurlarında değiliz
saat olmuş 11 biz gitmişiz 8 buçuk... sistem böyle... adalet böyle diyorlar.
susuyoruz.
hep.
her zaman ki gibi.
gideceğiniz ülke neresi? dedi memur.
kekeledim...
cevap veremedim.
orada iyi ki varolan sevgilim atladı cevaba... benim yerime konuştu.
tabi ki yalan konuştu.
gideceğim ülkeyi söylesem ne olur ki?
size ne ki?
hatta kime ne ki?
neden utanıyorum?
dışlanacak mıyım diye?
kötü muamele göreceğiz diye mi?
benim kim olduğum nüfus cüzdanımda yazıyorken...
hatta nüfus cüzdanımda en önemlisi T.C. yazıyorken...
ben neden konuşamıyorum...
neden vize almaya gidemiyorum?
vize almaya gitmek istediğim yer neden kapalı?
burası neresi?
rüyada mıyız?
ben böyle muamele göreceğimi hiç mi hiç düşünmezdim bu ülkede...
neler olacak diye...
tek kelime ile
korkuyorum.
Tuesday, May 25, 2010
bugün tekrardan Stilist günü!
Thursday, May 20, 2010
the coolest yogurt in town...Yoort!
benim favorim haline geldi!
istinye park'a girince canimin cektigi bir tad haline geldi ki bunu yiyebilmek icin sinemaya girmeniz sart - Yoort alıp çıksak olmaz mı dediğimizde kabul görmüyor! :)
e istinye park'in sinemasi bu kadar zevksizken Yoort'un bu kadar guzel olmasi haksizlik!
bu Yoort, Kanyon'da olsaymis ne is yaparmis - siz dusunun!
gerci eminim yine yapiyordur ama sanki daha populer olurdu?!?
denemediyseniz şiddetle tavsiye ederim!
ha bir de söylemeden geçemeyceğim - Yoort'un 100 grami 110 Kalori!
hem doyurucu, hem lezzetli, hem de az kalori isteyen bayanlara duyurulur! ;)
ben orta boy kasede çilek & muz'lu alıyorum her zaman... tavsiye ederim!
Avrupa Yakası'nda İstinye Park'ın içerisinde ve Ortakoy House Cafe'nin tam karsisindaki köşede!
Anadlu Yakası'nda ise Caddebostan Bağdat Caddesinde ve Barlar sokağı köşesinde...
web siteleri için tık tık : http://www.yoort.com.tr/index.html
istinye park'a girince canimin cektigi bir tad haline geldi ki bunu yiyebilmek icin sinemaya girmeniz sart - Yoort alıp çıksak olmaz mı dediğimizde kabul görmüyor! :)
e istinye park'in sinemasi bu kadar zevksizken Yoort'un bu kadar guzel olmasi haksizlik!
bu Yoort, Kanyon'da olsaymis ne is yaparmis - siz dusunun!
gerci eminim yine yapiyordur ama sanki daha populer olurdu?!?
denemediyseniz şiddetle tavsiye ederim!
ha bir de söylemeden geçemeyceğim - Yoort'un 100 grami 110 Kalori!
hem doyurucu, hem lezzetli, hem de az kalori isteyen bayanlara duyurulur! ;)
ben orta boy kasede çilek & muz'lu alıyorum her zaman... tavsiye ederim!
Avrupa Yakası'nda İstinye Park'ın içerisinde ve Ortakoy House Cafe'nin tam karsisindaki köşede!
Anadlu Yakası'nda ise Caddebostan Bağdat Caddesinde ve Barlar sokağı köşesinde...
web siteleri için tık tık : http://www.yoort.com.tr/index.html
Julie/Julia Project
uzun zamandır aklımda... yazmak istiyordum fırsat bulamıyordum..
Festival'de gösterime giren ve hemen DVD'si çıkan Julie & Julia filmini izlediniz mi?
izlemediyseniz mutlaka izlemenizi öneririm...
hem kadrosu çok sağlam hem de konusu çok iştah açıcı!
son zamanlarda epey duydugumuz, artık çok popüler olup herkesin kendine en az 1 adet edindigi "Blog" konusunu da epey goruyoruz!
Festival'de gösterime giren ve hemen DVD'si çıkan Julie & Julia filmini izlediniz mi?
izlemediyseniz mutlaka izlemenizi öneririm...
hem kadrosu çok sağlam hem de konusu çok iştah açıcı!
son zamanlarda epey duydugumuz, artık çok popüler olup herkesin kendine en az 1 adet edindigi "Blog" konusunu da epey goruyoruz!
Ben bu blogumu açtığımda yıl 2006'ydı...
o zamanlar üniversitedeydik ve Final sınavımız bu olmuştu! çok komik değil mi??
Senem Hoca - nam-i diger gizli melek - bizim Blog'un ne oldugunu bilmedigimizi gorunce hemen herkesin bir Blog açmasını istedi...
Reklamcılık okuyorduk... bu yüzden de Reklam Blog'umuz olmasını istedi!
Senem Hoca - nam-i diger gizli melek - bizim Blog'un ne oldugunu bilmedigimizi gorunce hemen herkesin bir Blog açmasını istedi...
Reklamcılık okuyorduk... bu yüzden de Reklam Blog'umuz olmasını istedi!
Final sınavımızda da kendi reklam manifestomuzu ve beğendiğimiz reklamları bu bloga post etmemizi istemişti... ettim etmesine de artık çok fazla rezil olmamak için mezun olunca sildim o postlarımdan birkaçını :)
bu yüzden blogumun adı Rakel'le Reklamlar olmuştu - öyle de kaldı! bu kısma dokunmak istemedim...
bu yüzden blogumun adı Rakel'le Reklamlar olmuştu - öyle de kaldı! bu kısma dokunmak istemedim...
Filmi izlerken bende bunları düşünüyordum... Vay be! dedim... Bizim dünyadan haberimiz yokken, Blog nedir bile bilmiyorken 2002 yılında bir kadın oturmuş her gün açtığı bloga hem yazı yazmış hem de her gün yaptığı yemekleri, tariflerini, düşündüklerini, hayatını paylaşmış!
365 gün. 536 tane yemek tarifi!
e o başarılı olmasın da kim olsun?
Bir de bu gerçek bir yaşam öyküsü... bende film bitti ve şimdi gerçekten Julie Powell'ın blogunu merak ediyorken google sağolsun... buldum, okudum... kadın gerçekten bana enteresan ve çok başarılı geldi... sizinle de paylaşmak istedim!
o halde size, Julie/Julia stilinde veda ediyorum!
Bon Appetit! :)
Wednesday, May 19, 2010
senede 1 gün...
Just shut up.
Be quiet.
Unplug the fucking iPod, the computer, the cell phone, the TV.
Shut off the vinyl or the CD or the Walkman.
Unplug the refrigerator.
Don't talk.
Don't listen.
Disconnect.
Because part of this absence of silence, this wall of unending sound, of electricity is just distraction.
It takes you away from yourself and your true essence,
so that you're just like a gerbil on a Habitrail, going, going, going, not thinkin, not breathing, not stopping.
And that means you're a puppet, you're a pawn in the game and then nothing is ever enough.
Stop. Shut the fuck up. Disconnect. Unplug.
Can you do it?
Be quiet.
Unplug the fucking iPod, the computer, the cell phone, the TV.
Shut off the vinyl or the CD or the Walkman.
Unplug the refrigerator.
Don't talk.
Don't listen.
Disconnect.
Because part of this absence of silence, this wall of unending sound, of electricity is just distraction.
It takes you away from yourself and your true essence,
so that you're just like a gerbil on a Habitrail, going, going, going, not thinkin, not breathing, not stopping.
And that means you're a puppet, you're a pawn in the game and then nothing is ever enough.
Stop. Shut the fuck up. Disconnect. Unplug.
Can you do it?
Tuesday, May 04, 2010
bir tek SEN varsın, bir bilsen!
hayatta herşeyi doğru yapabilmeniz için
daha doğrusu iyi yaşayabilmeniz için ŞAMAN* olmanıza gerek yok!
Hindistan'a kaçıp, öğrenmenize hiç gerek yok!
bazı şeyleri insanlar bilir.. içgüdüsel olarak..
ama doğrusunu yapmaz / yapamaz...
ya yapmak istemez.. ya yapacak cesareti yoktur.. ya da gerçekten bilmiyordur nasıl yapacağını..
burada birileri bizi düşünüyor...
neyi nasıl yapmamız gerektiğini çok rahat ve anlaşılır tonlarda anlatıyor...
yazıyor...
ben okudum... sevdiklerime okuttum...
daha da çok insan okusun, kendini düzeltmeye, yanlış giden bir şeyi varsa toparlamaya çalışsın istiyorum...
hiçbir zaman geç değildir... zararın neresinden dönülse her zaman kardır (şapkalı a :))!
sizi Nil Karaibrahimgil'in bu Pazartesi Hürriyet Kelebek ekinde yazmış olduğu yazıyla baş başa bırakıyorum... iyice okuyun... kelimesi kelimesine...
Hayat kısa sen daha hâlâ...
Ona küs, buna gücen, şunu unutma, bunu silme. Merak etme hayat, koca bir silgiyle bütün bu vesveselerini ve seni siliverecek.
O zaman içinde yazılı, okudukça içini acıtan bütün o satırlar da, vakti zamanında hücrelerini morarttıklarıyla kalakalıcak.
Erteleyebildiğin herşeyi, erteleyebildiğin kadar ertele. Günleri gelmiycek. Diyeceksin ki, şu çocuklar bir büyüsün. Diyeceksin ki, şu dönem bir geçsin. Diyeceksin ki, du bakalım. Hayat bu dille konuşmaz halbuki, o hep der ki: hadi çocuklar büyümeden, bu dönem geçmeden, durup bakmadan.
Ağzında geveleyip durduğun bir sürü şeyi çıkarmadın. şişti, şişti, şişti yanakların. Bakınca görülüyor suratındaki o şişik ifade. Çıkarmadığın şeyler, sevgi sözcükleri, itiraflar, kırmamak için tuttuğun bütün o cam kırıkları hayat bittiğinde, çenenin rahatlamasıyla beraber dökülüvericek ama sessiz. Yani kimse duymayacak yine onları yazık. Çıkarsaydın görürdün, dünya laflarla sona ermez. Değişir en fazla.
Ona bakmıyorsun. Nefesine bakmıyorsun. Bakmıyorsun, suya çiçeğe çocuğa. Bir hayaline bile bakmıyorsun. Onları ‘renkli şeyler’ diye ayırmışsın. Hep siyahları yıkıyorsun, hep beyazları. Siyah beyaz oldun. Hayatın bittiğini anladığında, ki hep geç kalınır oraya, elin aceleyle gidicek renklilere. Ama tutucak gücün olmıycak artık. Burnun duruyorken kokla, ağzın duruyorken öp, elin duruyorken alkış!
Yok bilmem kimler ne der, başkaları ne buyurur! Halbuki hayat, insanları tek tek düşürdüğü gibi rahime, tek tek alır geriye. Başkaları başkadır adı üstünde. Onlar ne içini bilirler, ne düşünü. Onlar yok ki, düşünmezsen. Bir tek sen varsın, bir bilsen. Komşu, bir penceredir. Başkaları, onbeş dakika dedikodudur en fazla. Hayat bir pencereden görülmeyecek kadar büyük, ve kısa da olsa onbeş dakikadan uzundur canım.
Kendinde kusur arıyorsun. Başkalarında kusur arıyorsun. Herkeste kusur var zaten. Önemli olan kusursuzu, eşsizi, biricik olanı aramak. Hayat bitmeden önce, onları ödüllendiriyor bir şekilde. Diyor ki: sen hep doğru şeyi aradın. Bulmaktan bile mühimdir bu.
Hep, diyorsun hep aynı. Güneş bir aşağa bir yukarı, mevsimler yanyana dört tane, saat yuvarlak yirmidört kere döner. Evet onlar arkanda hep aynı şeyleri yapar. Ama sandığın kadar uzun sure yapmayacaklar bu dansı.
Bunu yapıyorlar ki, sen üzerine doğaçla. Kendi dansını bul, melodini tuttur, sözünü söyle. Sırf sen onları yap diye, dönüp duruyor zavallıcıklar. Sana bunu bir türlü anlatamadılar.
Bu okuduklarını unutup, sonsuz bir bekleyiş uydurup kendini soldurma. Hayat son nefesini alıp, seni soldurana kadar çal. Hayattan çal, çalabildiğin kadar. Yaptığın tek hırsızlık bu olsun. Oyunun sonunda, ‘don!’ dediklerinde, ellerini kaldır bedenin çıplak olsun, hiçbirşeyi sürüklememiş, biriktirmemiş ol. Yüzünde bir gülümseme olsun, ‘seni alt ettim bak! gülümsememi sonuna kadar tuttum’ gibilerden.
*Şaman, tanrılar ve ruhlarla insanlar arasında aracılık yapma gücüne sahip olan kişidir. Şamanlık bilgisi öğrenmekle elde edilemez.
Wednesday, April 14, 2010
gün bugündür! Bugün Stilist günüdür!
3-4 aydir bir cabam var...
bir yerlere gelmeye calisiyorum
tutunmaya calisiyorum...
ara sira elimi birakiyorum, dusuyorum sonra tekrar tirmaniyorum...
zormus!
biliyordum aslinda zor olacagini ama bu kadar da zor olmasini beklemiyordum...
kendi kendine bir seyler basarmaya calismak ve bunu duyurmaya calismak...
simdi.. biraz elim elma armut toplamaya basladi...
mutluyum!
umutluyum!
gururluyum!
sizlerle de paylasmak istedim...
bugun Stilist'in gunu!
bir yerlere gelmeye calisiyorum
tutunmaya calisiyorum...
ara sira elimi birakiyorum, dusuyorum sonra tekrar tirmaniyorum...
zormus!
biliyordum aslinda zor olacagini ama bu kadar da zor olmasini beklemiyordum...
kendi kendine bir seyler basarmaya calismak ve bunu duyurmaya calismak...
simdi.. biraz elim elma armut toplamaya basladi...
mutluyum!
umutluyum!
gururluyum!
sizlerle de paylasmak istedim...
bugun Stilist'in gunu!
mia-posta onu yaziyor : http://www.mia-posta.com/moda__stil/stilist_gorus.html
Trendyol.com'da satışı hızla devam ediyor... ürünlerde TÜKENDİ! damgaları yer alıyor...
hala üye değilseniz : http://www.trendyol.com/davet/rakeleskinazi_20959
Thursday, April 08, 2010
Brad Holland
Brad Holland'ın "be careful what you wish for" tablosu...
ve daha birçoğu için :
http://www.bradholland.net/
http://www.bradholland.net/
Tuesday, April 06, 2010
So why don't we go? Somewhere only we know..!
bu resme mutlaka bu şarkıyı dinlerken bakın...
http://fizy.com/s/16n5o5 If I had a world of my own, everything will be nonsense!
Nothing would be it is...
because everything would be what it isn't!
And contrary wise, what is, it wouldn't be...
And what it wouldn't be, it would!
you see? :)
http://fizy.com/s/16n5o5 If I had a world of my own, everything will be nonsense!
Nothing would be it is...
because everything would be what it isn't!
And contrary wise, what is, it wouldn't be...
And what it wouldn't be, it would!
you see? :)
Monday, March 22, 2010
gerek ama ne gerek?
Bakmak gerek,
Görmek gerek,
Konuşmak gerek,
Dinlemek gerek,
Hissetmek gerek,
Üretmek gerek,
Üretmek gerek,
Düşünmek gerek,
Gitmek gerek,
Gelmek gerek,
Gelmek gerek,
Gezmek gerek,
Çalışmak gerek,
Verimli Olmak gerek,
İzlemek gerek,
İstemek gerek,
Cin Olmak gerek,
Cin Olmak gerek,
Tek Olmak gerek,
Lider Olmak gerek,
Takip Etmek gerek,
Spor Yapmak gerek,
Zinde Kalmak gerek,
Yorulmak gerek,
Uyumak gerek,
Uyanık Olmak gerek,
Lider Olmak gerek,
Takip Etmek gerek,
Spor Yapmak gerek,
Zinde Kalmak gerek,
Yorulmak gerek,
Uyumak gerek,
Uyanık Olmak gerek,
Saymak gerek,
Sayılmak gerek,
Sevmek gerek,
Sevilmek gerek,
Sevişmek gerek
Sayılmak gerek,
Sevmek gerek,
Sevilmek gerek,
Sevişmek gerek
Ama En Azından...
24 saatin 1 dakikası durup
Nefes Almak gerek!.....
Friday, March 19, 2010
let it be a Long Weekend :)
bugun CUMA!
haftanin son is gunu...
az sonra is bitecek ve haftasonu gelmis olacak...
dinleneceksiniz...
mutlu olacaksiniz...
hayalleriniz olsun...haftasonu hava da guzel olacak...
moraller tepelerde olsun!
güzel bir haftasonunuz olsun...
bu şarkı da size benden olsun!
sözleri :
I know you'll help us when you're feeling better
and we realize that it might not be for a long, long time
But we're willing to wait on you
We believe in everything that you can do
if you could only lay down your mind
I want you to try to help yourself
Take the time to take apart, each brick that sits outside your heart
And look around you
There's people everywhere
And though they don't always show it they're just as scared
And we'd be more prepared if you just pulled on through
I want you to try to help yourself
Oceans of water underneath our feet
Terrible design
Dusty rooms you cannot sweep
Clouding up your mind
I know you'll help us when you're feeling better
and we realize that it might not be for a long, long time
But we're willing to wait on you
We believe in everything that you can do
and we realize that it might not be for a long, long time
But we're willing to wait on you
We believe in everything that you can do
if you could only lay down your mind
I want you to try to help yourself
I want you to try to help yourself
Thursday, March 18, 2010
konumuz : Apple Martini
dün akşam...bana çook uzun zamandır göremediğim arkadaşlarımla buluştuk!
House Cafe Ortaköy'de...
House Cafe Ortaköy'de...
masadaki içki çoğunluğu Apple Martini oldu...
bende bunu yazacağıma söz verdim... Melocan'a...
içki baya baya iyiydi...
hatta garsonumuza göre de "geçen ayın en çok satan ürünü" olmuştu!
biz kendimizi bir nevi Sex and The City hanımları gibi hissederken (dry martini with 3 olives içenlerde vardi yani aramızda!:)...
çok da güzel zaman geçirdik...
kısa da olsa...
Tuesday, March 16, 2010
my wall... my world...
dün akşam...
hiç üşenmeden, Ezel'i de bir yandan izlerken... aylardır biriktirmiş olduğum moda dergilerinden beğendiğim kareleri kestim, modeller, kıyafetler, fotoğraf pozları olarak... hatta reklamlar bile var... ve bugün de iş yerinde duvarıma astım...
aralarında stilist ve hatta Moda Cadısı bile var, dikkat! :)
aralarında stilist ve hatta Moda Cadısı bile var, dikkat! :)
bakalim beğenecek misiniz ??
bir de bugün bloga link eklemeyi öğrendim, çok şükür!
Moda Cadısı imdadıma koştu! :) teşekkürler tekrar ;)
Moda Cadısı imdadıma koştu! :) teşekkürler tekrar ;)
Subscribe to:
Posts (Atom)